Sömürgecilik nedir nasıl ne ile başladı neden ortaya çıkmıştır? hakkında bilgi

SÖMÜRGECİLİK bir ulusun, kendi ülkesinin sınırları dışındaki başka ülkeleri işgal ederek ekonomik ve politik çıkarlar sağlaması. Sömürülen ülkeye sömürge, sömüren egemen ülkeye de sömürgeci denir. Bir toplumun başka toplumlar üzerinde egemenlik kurması yeni değildir.

Sömürgeciliğin kökleri geçmişin karanlıklarına kadar uzanır. Ancak sömürgecilik denince, politika ve sanayi devrimlerinin sonucu olarak 19. yüzyılda ortaya çıkan Avrupa sömürgeciliği akla gelir. Çok geniş boyutlara varan ve o zamana dek görülmedik özgün yöntemler kullanan bu sömürgecilik kendini üç değişik müdahale biçiminde göstermiştir: Misyonerlerin din yayma eylemleri; ekonomik kuruluşlar; askeri eylemler.


Ancak bunların üçünün de başlangıcı büyük coğrafi keşiflerdir. 16. yüzyıldan itibaren yeni bulunan ülkelerin (Amerika ve Okyanus adaları) ya da Afrika’nın güneyinden yol bulunarak gidilebilen Güney Asya ülkelerinin, bazı güçlü Avrupa devletlerince, gereksinme duydukları hammaddeleri elde etmek amacıyla ele geçirilmesi sömürgeciliğin ilk adımlarıdır.


Hindistan yolunu bulan Portekiz ile Amerika kıyılarını bulan İspanya yeniçağ sömürgeciliğine yol açan ilk devletler oldular. Baharat ticaretine dayalı olarak 16. yüzyılın ilk yarısında oluşan Portekiz İmparatorluğu Batı Afrika ve Hint Okyanusu kıyılarında ticaret odakları kurarak işe girişti. İspanya ise daha köktenci davranarak gittiği toprakları işgal etti.


Güney Amerika Kıtası’nın içlerine girilerek değerli madenler halkın elinden alındı; anayurttaki modele uygun sıkı bir rejim kurularak halkın sömürülmesine girişildi; gerekli el emeği yerliler ya da Afrika’dan getirilen köleler çalıştırılarak sağlandı. Ve bunların hepsi sömürgeci efendilere bu devletleri yönetenlerce hak olarak tanındı.


Dünyanın Portekiz ile İspanya arasında paylaşılmasını kabul etmeyen İngiltere, Hollanda ve Fransa daha başka bir yöntem kullanarak sömürgeciliğe giriştiler. Ele geçirdikleri yerleri sözleşme ile bir şirkete havale ettiler. Onlar şirketi koruyacak, şirket de sömürgenin sömürülmesinden elde edilen karı ülkeye getirecek, ayrıca sömürgeyi Hıristiyanlaştıracak, yönetecek ve elinden geldiğince nüfusça kalabalıklaştıracaktı. Ama bu yöntem her yerde uygulanmadı. Bazı yerlerde bu devletler de tıpkı İspanya-Portekiz örneğini uygulamaktan geri kalmadılar.


19. yüzyılda eski Portekiz ve İspanya İmparatorlukları çökerken (Brezilya’nın bağımsızlığı, 1822; diğer Latin Amerika ülkelerinin bağımsızlığı, 1809-1826), liberalizmin imtiyazlı şirketlerin tekel haklarını sınırlandırması, Sanayi Devrimi ve hızlı nüfus artışı, İngiltere ve Fransa’nın yeni sömürge imparatorlukları kurmalarını kolaylaştırdı.


1860 ile 1914 arasında bütün dünya bu iki imparatorluk arasında paylaşıldı. İki ülke arasındaki rekabetin yanı sıra Almanya ve İtalya da sömürgecilik kervanına katılarak pay almak istediler. Sömürgelerin yönetim sorunlarına çeşitli çözüm yolları bulundu. Bazı yerlerde yönetim doğrudan doğruya ele alındı, bazı yerlerde özerkliğe gidildi (İngiltere dominyonları), bazı yerlerde de, Beyazlarla yerliler arasında tam bir eşitlik olmadan işbirliğine ve himayeciliğe gidildi, böylece yerel kurumlar korunuyormuş görünümü altında egemenlik kamufle edildi.


Ancak 1. Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren bütün sömürgelerde bağımsızlık ve kurtuluş hareketleri başladı: Bağımsızlık isteklerini kösteklemek için İngiltere ve Fransa bazı siyasal çözüm yolları denediler. İngiltere Commonwealth (İngiliz Uluslar Topluluğu) (1931), Fransa Fransız Birliği (1946) gibi formüllere baş vurdular. Bununla birlikte 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ivme kazanan bağımsızlık hareketleri, her iki sömürge imparatorluğunun da sonunu getirdi. Sömürgeciliğin bir takım kötü izleri (sınır anlaşmazlıkları, ırk ayrımcılığı, yeni sömürgecilik) bulunmakla birlikte günümüzde yeryüzündeki devletlerin hemen hemen hepsi bağımsızlık kazanmış durumdadır.