MİNYATÜR kağıt, parşömen, fildişi vb. üzerine küçük boyutlu resim yapma sanatı ve bu sanatla gerçekleştirilen eser. “Minyatür” sözcüğünden hem el yazmalarını süsye1en resimler, hem de Rönesans’tan başlayarak yaygınlaşan bir moda gereğince madalyon, kutu gibi küçük boyutlu eşyaların üzerine yapılan süslemeler anlaşılır. Bu sözcük, kırmızı ile boyamak anlamını taşıyan Latince “miniare” sözcüğünden gelir.
Miniare, bir kitabın ya da kitaptaki bölümlerin başlığını minium (sülyen) ile boyamak demekti; zamanla bir metni süsleyen resimlere de minyatür demek gelenek oldu.
İlk minyatürler Mısır’da İÖ 2. binyılda öğretmek amacıyla “Ölüler Kitabı”na yapılan minyatürlerdir. Eski Yunan ve Roma minyatürleri de aynı özellikleri taşır. Yakındoğu’da Yunan geleneği, Hıristiyan temalarının gereklerine uydurularak sürdürüldü.. Bu geleneğe uygun olarak yapılan minyatürler 5. ve 6. yüzyıllarda özellikle Bizans, Süryani ve Kıpti sanat okullarında önem kazandı.
Batıda en değerli minyatürler 6. ve 7. yüzyıllarda büyük bir gelişme gösteren İrlanda Okulu’nun eserleridir. Bu minyatürlerdeki süsleme motifleri genellikle hayvanlar dünyasından alınan öğelerin de katıldığı, birbirleriyle çaprazlaşan, birbirine sarılan ve karmaşık görüntüler oluşturan geometrik biçimlerdir.
Daha sonra diğer Batı ülkelerine de (Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya vb.) yayılan ve 18. yüzyıla kadar önemini koruyan minyatür sanatı; bu ülkelerde birçok değerli ve güzel minyatürlerin yapılmasına neden oldu. Avrupa ülkelerinin özellikle saray çevrelerinde çok tutunan minyatür sanatı, bu sanatı benimseyen sanatçılar tarafından, değişik sanat akımlarının (gotik, barok, romantik vb.) etkisiyle, çok değişik ve çeşitli güzel minyatürlerin yaratılmasını sağladı.
Minyatür sanatı, batıda olduğu gibi doğuda da çok eski çağlardan bu yana etkili olmuştur. Doğuda elyazması kitapların başlıkları ve konu aralıkları nakışlarla ve resimlerle süslenirdi. Bunlar, konuyu açıklamak ve sayfalara güzellik katmak amacıyla yapılan renkli ve figürlü süslemelerdi. Bu iki süsleme işçiliği, sonraları birbirinden ayrıldı.
Kitapta geçen konuları ayrıntılı bir biçimde renkli olarak çizip işlemeye nakış ve bu sanat dalında çalışana da nakış yapan anlamına gelen nakkaş adı verildi. Zamanla nakkaş ve nakış deyimlerinin yerini minyatürcü, minyatür ustası, minyatür ressamı ve minyatür deyimleri aldı. Doğuda minyatürün önce nerede ve kimler tarafından yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir.
Asya’da, özellikle Turfan, Kuça ve Kızıl kentlerinde yapılan arkeolojik kazılarla İÖ’sine ait olduğu sanılan minyatürlü elyazması kitaplar bulundu. Bu kıtapların ve duvar resimlerinin yeni yöntemlerle incelenmesi sonucunda, İran ve Sasani resimleriyle bunlar arasında benzerlik olduğu ortaya çıkırıldı; böylece minyatürün ilk yapıcıları arasında Türklerin de bulunduğu anlaşıldı.
Çin, Hint, İran ve Arap minyatür sanatlarından etkilenen Türk minyatürcülüğü zamanla gelişerek Osmanlı Türklerinde olgunluk dönemine ulaştı ve çok değerli minyatürler yapıldı. Sinan Bey, Nigarin, Nakkaş Osman ve Levni gibi büyük sanatçılar, minyatür sanatına önemli katkılarda bulundular. Ancak 18. yüzyıldan sonra minyatür, eski önemini yitirmeye başladı.
3. Selim’i Koca Yusuf Paşa ile gösteren resimde, batının portre resimlerinde görülen özellikler belirgin bir biçimde görülür. Bu dönemde yaşayan sultanların ve büyük devlet adamlarının portreleri bu yeni teknikle yapılmaya başlandı. Bu döneme kadar gelen minyatürün ele aldığı konular şunlardı: Portre resmi; tarihi olaylar; saray yaşamı; atlı oyun ve av sahneleri; savaş alanları.
Minyatür, bilinen tek yönlü mekan anlayışı içerisinde bütün bu konuları; değişik sahneleri, batının anıtsal ve büyük çaptaki resimlerinde bile bulunmayan ayrıntılarla verdi. Bu nedenle, bu resimlerde batı resimlerinde olduğu gibi, gölge ve ışık zıtlaşmasının olmadığı, üç boyutlu bir mekan anlayışının bulunmadığı söylendi. Oysa, bütün öteki sanatlarda olduğu gibi minyatürde de birtakım teknik özellikler ve kuruluş şemaları vardır.
Osmanlı toplumu 19. yüzyıldan sonra, yepyeni bir dünya görüşünün oluşturduğu bir kültür çevresi içine girince, bütün toplumsal kurumlarıyla birlikte sanat alanında da taklit çabasına düştü ve doğal olarak minyatür böyle bir dünya görüşünün dışında kaldı; yerini, batı sanatının gölgeli-ışıklı, zamanlı-mekanlı, büyük boy yağlıboya resimlerine bıraktı. Aynı olayı, 18. yüzyıl sonrasında batı minyatürcülüğü daha önce yaşamıştı.